Merhaba sevgili okur, bugün köşemde sanat sosyolojisine değineceğim. Üniversite yıllarımda ahlak felsefesi dersinde tartıştığımız bir konu aklıma düştü ve bunun üzerine yazmak istedim. Sözü daha fazla uzatmadan başlayalım.
“Toplum için sanat” veya “sanat için sanat” ikiliğiyle birlikte sanata müdahâle etme eğilimi, kendini gösterir. Sanat, toplum için olduğunda pedagojik bir amaç taşıdığından ve toplum bütünlüğünü “istedikleri çizgide” korumaya özen gösteren yöneticiler için kimi zaman engellenmesi gereken bir olgu olarak karşımıza çıkar. Çünkü kolektif bir hareketliliğe neden olacak aykırı eylemler, bireyleri tahakküm altına almayı zorlaştıracaktır. Sanat, sanat için olduğunda ise bu sefer devreye ahlaki yargılar girecektir.
Ahlaki yargılar konusunu biraz açmak gerekirse toplum, bireylerden oluşur. Her bireyin kendine ait ahlaki yargıları olmakla birlikte, toplum hâlinde yaşadığı için birlikte oluşturdukları kültürler ve bununla beraber kültürel normlar söz konusudur. En basit anlamda çatışma tam da bu iç içelikten oluşur. Bireyler, topluluklar hâlinde yaşadıkları için oluşturdukları kültürel normlara sadık kalma durumunu “normal” olarak algılar. Norm dışı kalan tavırlar ve düşünceler ise ahlaki yargılardan uzaklaşan durumlardır.
Sanat açısından düşünmeye devam edecek olursak kültürel öğrenmişlikler ile ait olunan kültürün norm dışında kalan eserlerin sansürlenmesi gerektiği düşünülür. Buradaki tutum, yanlış genellemeden kaynaklanan bir tutumdur. Kültürel unsurlar; toplumun büyük bir çoğunluğunu etkisi altına alabilir fakat burada unutulmaması gereken nokta, herkesin ahlaki yargılarının farklı olabileceği ihtimalidir. Her birey, kendine has fikir ve tutumları bünyesinde barındırır, dolayısıyla bütünü oluşturan parçaları tek tipleştirmek bu noktada doğru olmayacaktır. Sanatta dinî görüş, etnik köken ve ırk gibi bireylerin sahip olduğu unsurlar; pekâlâ yer alabilir. Burada dikkate alınması gereken nokta, sanat eserinden herkesin farklı derecede, farklı unsurlarda etkileneceğidir.
Örneğin bir sanat eseri, bir bireyin dinî görüşünden bağımsız unsurlar içerebilir. Bahsettiğimiz unsurların, kişiyi sahip olduğu dinî fikirlerden uzaklaştıracağı anlamına gelmez. Dolayısıyla etkilenme hâli, olumsuz olmayacağı gibi olumlu şekilde de gerçekleşebilir. Birey ve sanat arasındaki etkileşimin her bireyde farklı şekilde olması mümkündür.

Peki, sanatta sansür hiç mi uygulanmamalıdır? Sanat eserlerinde herhangi bir canlının hayatına zarar vermesi hâli bu durumda kırmızı çizgi olmalıdır. Hiçbir canlı; “sözde sanat” uğruna sahip olduğu yaşama, barınma, beslenme gibi temel haklarından uzaklaştırılmamalıdır. Örneğin Vargas’ın sokakta birçok hayvanın ölüme terk ediliyor olmasına dikkat çekmek ve hâlkın tepkisini görmek amacıyla sanat galerisine bir köpeği bağlayıp aç ve susuz bırakılması sanat açısından olumlu karşılanacak bir durum değildir. Aksine, hayvan haklarına aykırı bir durumdur. Dolayısıyla bu tip sanat eserlerine sansür getirmek savunulabilir. Çünkü, buradaki öncelikli nokta herhangi bir canlının yaşamına hiçbir şekilde müdahâle etmemek ve zarar vermemek olmalıdır. Vargas örneğinden devam edecek olursak, hayvanların sokakta ölüme terk edilme durumuna dikkat çekmek için bir başka şekilde sanatı araç olarak kullanabilirdi. İlla bir başka hayvanı da ölüme terk etmesi gerekmezdi. Kaldı ki sanatın uçsuz bucaksız ifade etme şekli varken, bu tip “-mış gibi” sanatlar, var olan sanat anlayışına da gölge düşürür.
Bunun haricinde sanatın nasıl ve ne şekilde temsil edildiği de önem taşıyan noktalardandır. Toplumsal yaşantımızda sürekli sembollere, imgelere maruz kalıyoruz ve bu durum birtakım kolektif mesajları da öğrenmemizle beraber, belli başlı toplumsal dinamikleri meşrulaştırıyor. Toplumsal cinsiyet dinamiklerinden tutun, toplumsal olaylara kadar biz çeşitli imgelerin yer yer somutlaştığını, yer yer de yeniden inşa edildiğini görüyoruz. Burada olumsuz bir inşa hâlinin meşrulaşmasını gördüğümüzde sansür gerekli midir? Sanat eserlerinin yeniden oluşturulması pek de mümkün olmasa bile sanatçının takınmış olduğu tutuma dair düzenleyici bir açıklama yapması belki de duruma dair farkındalığı arttıracaktır. Ancak savaş, kıtlık ve göç gibi toplumsal unsurların yıkıcı sonuçlarına ithafen ahlaki yargılara uzak, daha doğrusu insani tavırların dışında kalan sanat eserlerine sansür uygulamak yerinde olabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bahsedilen toplumsal unsura gerçekten yıkıcı bir etkide bulunup bulunmamasını saptamaktır. Yoksa sanat; işlevini yitireceği gibi yönetimi elinde tutan kişilerin maşası hâline gelecektir.
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.