16'ncı ve 17'nci yüzyılda gelişen Barok mimarisi, özellikle kiliselerde ve saraylarda kendini en şaşalı biçimleriyle göstermiştir. İtalya'da ortaya çıkan ve sonrasında Avrupa ve Amerika'ya yayılan Barok tarzı mimari, Roma Katolik Kilisesi'nin ihtişamını temsil etmekteydi. İktidar sahipleri mimariyi bir güç ve zenginlik göstergesi olarak kullanmış, iktidarlarını görkemli kilise ve katedraller yaparak korumaya çalışmışlardı. Bu yapıların kapı boyutları da oldukça büyük tasarlanmıştı. Tüm bunların bir nedeninin de sanat felsefesinde, Tanrı'nın karşısında insanın ne kadar küçük olduğunu insanlara tekrar tekrar göstermek olduğu tartışılır. Böylece Tanrı gücünü ve büyüklüğünü, kendi evi olan kiliseler yoluyla, küçük varlıklar olan insanlara bir kere daha gösterir. Tabi hemen yukarıda söylediğimizden hareketle, "Tanrı adına" iktidar sahiplerinin bu güç gösterisini somutlaştırdığı gerçeğini söyleyebiliriz. Tanrı'nın büyüklüğü düşüncesini kendi büyüklüklerini göstermek amacıyla araç olarak kullandıklarını da...
***
Günümüz Türkiye’sinde ise bu yapıların karşılığı olarak şehir hastanelerini görüyoruz desek yanlış olur mu? “Avrupa’nın en büyük hastanesi” şiarıyla hayatımıza giren bu yapılar ekonomik, sağlık, ulaşım vs. gibi konuların yanında felsefi sorgulamalara da yol açmıyor mu?
Bu devasa yapılardan ilkiyle karşılaşmam Ankara’da olmuştu. Hiç içine girmedim ama her sabah ve akşam okul servisim önünden geçiyordu. Sanırım 6 binadan oluşuyordu fakat biz anca birinin önünden geçerken bile dakikalarca yol alıyorduk. İlk kez doğrudan karşılaşmam ise " İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’ne nasıl gidilir?" sorusunu sizler için yanıtlamak amacıyla geçen hafta hastaneye gitmemle oldu. Hastanenin daha içine girmeden, ön tarafından ve aşağıdan geçen yoldan geçerken yok olacakmış gibi hissettim. Devasa yapıları çocukluğumdan beri sevmem. Ürkütürler beni çünkü. Otobüs içeri girdikten sonra polikliniklere ulaşmak için 3 durak gitti. Poliklinik durağında indim fakat sayabildiğim 4 poliklinik vardı. Ve ben iner inmez karşımda kapkaranlık, ucu bucağı görünmeyen otoparkla karşılaştım. İniş saatimi kayıt altına almak için video çektiğim süreçte otobüsten benimle birlikte inen birkaç kişi de gözden kaybolmuştu. Tek başımaydım. Solumda hastanenin önü ve İzmir, sağımda karanlık otopark ve üzerindeki devasa bina. Bir an önce giriş kapısını bulmak için yürümeye başladım. Nihayet bir kapı buldum ve girince, hastalar, danışmanlar ve doktorlar görmeyi beklerken elektrik kablosu döşeyen bir işçiden başka kimseyi göremedim. Her yer toz toprak içindeydi, danışma masaları da dahil. İşçi sol tarafta çalıştığı ve ardındaki kapılar kapalı olduğu için sağa doğru yöneldim. Bir merdiven gördüm ve yukarı çıkmaya karar verdim, bir yerlere çıkmam gerekiyordu çünkü beni daha da endişelendiren bir düşünce zihnimde dönmeye başladı: "Şimdi bir deprem olsa, enkaz altında kalsam, beni burada kimse bulamaz." Bu düşünce sık sık deprem olan bir şehirde yaşayan ve büyük bir deprem felakati yaşamış olan biz İzmirlilerde aslında sıradan bir düşünce. Hemen hemen hepimizin aklından her gün depremle ilgili düşünceler geçiyor. Neyse... Merdivenden yukarı çıktım, bu kez de iki işçi dışında kimse yoktu. Filmlerde, hayat belirtisinin olmadığı binalarda, bir tane çalışan alet sesi gelir ya, öyle bir ses duyuyordum. Bir süre sonra sesin yürüyen merdivenden geldiğini farkettim ve bir kat daha yukarı çıktım. Ops! Birden insanların içinde, temiz bir zeminde buluverdim kendimi. Derin bir soluk alış... Benimle aynı boyutlarda varlıklarla birlikte olmak güvende hissettirdi.
***
Devasa yapılar yüzyıllar boyunca iktidarların güçlerini sergilemek amacıyla birer araç olarak kullanıldı. Fakat bizim şehir hastanemizin devasalığının altında inşaatı tamamlanmamış iki kat oluşu, o mükemmel gücün "insan" eliyle yapıldığını bir kere daha ortaya çıkardı.
Devasa hastanenin karşısında küçüçük kalan insan, tamamlanmamış iki katı görünce, bu devasa yapının tanrısal bir iradeden gelmediğini, tanrısal bir iradenin temsilcisinin elinden çıkmadığını; zaafları, yanlışları, hataları ve eksiklikleriyle varlıklar arasında ün salmış insanevladının bir ürünü olduğunu, dolayısıyla sonsuza kadar o devasalıkta kalamayacağını hatırladı...
Makale Yazısı-
Devasa yapılar ve insanın küçücüklüğü
Yazar Nurcan Etik - Mesaj Gönder
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.