İkinci yüzyılda yurttaşlık kavramına farklı bir bakış: Ekolojik Yurttaşlık ve Gıda Yurttaşlığı

Sevgili dostlar;

Bu yazıda yurttaşlık üzerine konuşalım istedim, ama alışılmışın dışına çıkarak. Temel yurttaşlık kavramı ile başlayıp tarihsel süreçteki değişimleri gözlemleyelim ve sonunda gelinen noktada üzerinde durulması ve konuşulması hatta konuşturulması gereken iki yurttaşlığı biraz açalım. İlki Ekolojik Yurttaşlık ikincisi de aslında onunla da ilintili olan Gıda Yurttaşlığı.

Yurttaşlık kavramını incelediğimizde tarihsel süreç içinde çok farklı anlamları içerecek biçimde tanımlandığını görüyoruz. Antik dönemden bugüne kadarki tanımlamalara baktığımızda ise her bir dönemdeki toplumsal ve ekonomik değişimleri içeren nitelikler karşımıza çıkmakla birlikte, toplumsal sistemlerin yapısı, inançlar, gelenekler gibi birçok olguya göre değişiklikler gösteriyor. Yurttaş; demokratik sistemlerde siyasi eylemde bulunabilen bir özne iken demokratik olmayan sistemlerde ise siyasi bir nesne olarak görülüyor.

Antik Yunan kenti Polisteki yurttaşlık, politika ve sosyal yaşantının iç içe geçtiği ve kamusal mekânı oluşturduğu organik bir bütünün tanımı olarak karşımıza çıkıyor. Kölelikten ve barbarların getireceği tehlikeden korku duyan insanlar için bir erdem olarak görülen “iyilik ve iyi insan olma” yurttaşlık statüsü ile eşdeğer düşünülüyordu ve iyi insan olabilmenin yolu iyi bir yurttaş olmaktan geçiyordu.

Roma'da ise yurttaşlık imparatorluğun meşruiyetini güçlendiren bir değer olarak görülüyordu. Sömürgelerin kurulmasıyla birlikte imparatorluğa bağlılığını gösteren herkes Roma yurttaşı olabiliyordu. Roma'da yurttaşlar, yasalara uymakla yükümlüydü ve hukuka dayalı bir yönetimin belirlediği yasaların sınırları içinde özgürlük, mülke sahiplik, evlenme, katılım, vasiyet ve diğer hizmetleri talep edebilmek gibi haklara sahiplerdi.

Orta Çağ'da yurttaşlık, kralın tebaası olarak sınırlanmak yerine yurttaşlık statüsü ile şehir devletinin bir üyesi olarak özgürleşebilmek, şehir devletinin bir parçası olmak gibi anlamlar taşıyordu. Orta Çağ’da yaşanan dönüşüm Fransız Devrimi ile birlikte yeni bir süreci başlattı ve yurttaşlık tanımı da bu süreçle paralel olarak değişti. Yurttaşlık demokratik yönetimin hem temel unsuru hem de sonucu olarak değerlendirilmeye başlandı. Artık yurttaşlık kamusal alana ve sivil toplum alanına sirayet edebilen, politik bir özne olarak görünür hale geldi.

Yurttaşlığın her bir yeni tanımlamasına baktığımızda ekonomik, sosyal ve politik krizlerin yansımalarını görmek mümkün. Özellikle son dönemlerde bu krizlere eklenen ve giderek derinleşen bir başka krizle karşılaşıyoruz: ekolojik kriz. Ekolojik krizin yansıması olarak karşımıza çıkan, yurttaşlığın yeni formlarından biri olarak ifade edilen ekolojik yurttaşlık, temsili demokrasilerin yaşadığı krizlerin karşısında önerilen “müzakereci demokrasi” anlayışını savunuyor. Ekolojik sorunlara yaklaşımı “gönüllülük” esasından çok “topluma, yeryüzüne ve insan-dışı tüm canlılığa” karşı bir sorumluluk olarak ele alıyor. Dolayısıyla ekolojik yurttaşlık, yurttaşlık kavramının tarihsel süreçte geçirdiği tüm dönüşümleri taşıyan ve bununla birlikte yurttaşlığa ilişkin yeni tartışmalara ekolojik ilkeleri de içeren yeni cevaplar sunuyor. Ekolojik yurttaşlık kavramı esas olarak ekolojik krize karşı mücadele edebilmek için bilinç yükselten, ekolojik etik kaygıları bulunan ve erdemli bir yurttaş profilini anlatıyor. Ekolojik yurttaşın hakları yanında ödev ve sorumlulukları da bulunuyor. Bunun en açık ifadesi anayasalardaki çevre hakkı olarak karşımıza çıkıyor. 1982 Anayasası’nın 56. maddesine göre, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”

Konvansiyonel tarımın, çevre kirliliğinde önemli bir payı olduğu kabul edilen bir gerçek. Bugün dünyaya yayılan sera gazının yüzde 50’den fazlası tarımsal üretim tarafından salınıyor. Gıdalardaki kalıntıları dışında pestisitler, toprakta ve sularda yıllarca etkisini yitirmeden kalabiliyor, yer altı sularıyla hedeflerinden çok uzak alanları kirletebiliyor. Doğal hayattaki canlı yaşamını da etkileyen pestisitler, her yıl binlerce türün kitlesel yok oluşuna sebep oluyor. Bu noktada yapabileceğimiz iki şey var. Ya bu değişimin farkında olup dönüşen tarım sisteminden şikayet ederek mevcut gıda tüketim alışkanlıklarına devam edeceğiz ya da doğa dostu sürdürülebilir üretim yapan küçük üreticinin ürünlerinin satıldığı alternatif gıda ağlarına (çoğunlukla sivil toplum tabanlı tüketici hareketleri olan gıda toplulukları, kooperatifler…) ulaşmaya çalışacağız. Gıda yurttaşlığı gıda sistemlerinin, toplumların temelini oluşturan ortak değerleri yansıtan ve insanların istediği ürünleri satan bir gıda sisteminden ziyade dönüştürücü ve sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturmaya yönelik şekillendirilmesine, her yurttaşın aktif olarak katılım sağlanması gerektiğini savunan bir sistemdir ve gıda hakkına eşit yollardan her yurttaşın ulaşmasını hedefler. Güncel sistemde yurttaşların gıda tedarik zincirinin en sonunda yalnızca ‘tüketici’ olarak yer alması insanları gıdaya ve gıda üretimine yabancılaştırıyor. Bu da tüketicinin sistemde söz sahibi olmasını engelliyor; sisteme, doğaya ve kendimizden başka her canlıya karşı sorumlu olduğumuz gerçeğinden uzaklaşarak çevreye karşı daha bencil hale geliyoruz. Bu anlamda gıda yurttaşı tarladan çatala kadarki üretim aşamalarında bilgi sahibi olmalı, fikir üretebilmeli, doğaya, insana, emeğe saygı göstermeli ve elbette tüketim kısmında da bilinçli bir tüketici olmalı.

Gıda vatandaşlığı ya da gıda demokrasisi olarak da adlandırılan gıda yurttaşlığı, besleyici ve güvenli gıdaya, suya, yalnız parası olanın değil herkesin erişimini savunur demiştik. Buradan baktığımızda gıda yurttaşlığı gıda egemenliği mücadelesini gerektirir. Gıda egemenliği mücadelesi de aslında bir demokrasi mücadelesi. Tarlayı da sofrayı da doğayla uyumlu bir şekilde demokratikleştirme mücadelesi. Sözün, yetkinin ve kararın üreticilerde ve tüketicilerde olacağı bir hak mücadelesi.

Eşit, adil, özgür, gıda egemenliğinin sağlandığı, açlık endişesinin kalmadığı ve toplumsal refaha ulaşılan bir gelecek umuduyla...

Yaşasın tam bağımsız, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti!

Dostlukla & Dayanışmayla

***

Yazı içerisinde Adnan Çobanoğlu, Bülent Şık, Büşra Sağlam ve Mustafa Ayar’ın görüşlerinden de yararlanılmıştır. Teşekkürlerimle.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar İ. Uğur Toprak - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.